Tik! Tak!
- Oytun Çölok
- 18 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
1999 depremini Sakarya’da yaşamış bir depremzede olarak 6 Şubat depremleri ile kaybettiğimiz canlar anısına bir yazı yazmak istemiştim. Yeni bir yazı yazmak yerine on beş yıl önce, 1999 depreminde hayatını kaybedenler anısına yazdığım yazı geldi aklıma. Hatırlıyorum da içim acıyarak yazmıştım bu yazıyı. Günlerimi almıştı. Aradan geçen onca yıla rağmen daha büyük bir felaket ile karşılaşınca, tüm yaşananlar kapalı kutulardan dışarıya fırlıyor bir anda. Ve siz bu yazıyı okurken bir yıl geçmiş olacak asrın felaketinin üzerinden...
Aşağıda okuyacaklarınız gerçek bir hikayedir sevgili okurlar. Kişiler ve mekanlar tamamen gerçektir. Olaylar sadece benim tarafımdan epik bir hale getirilip, kağıda dökülmüştür. Her iki depremde de kaybettiğimiz canlara ithaf olsun. Umarım gittiğiniz yerde rahat ve huzurlusunuzdur. Söyleyebileceğim tek şey ise şudur:
“UNUTULMAYACAKSINIZ”
---------------------------------------------------------------------------

Yazın o çok keskin sıcağında uyanınca bir anda, karışıverdi kafası uykuyla uyanıklık arasında. Can sıkıntısından ve sıcaktan yapılacak en iyi şey uyumaksa, yaz okulundan gelince de soyunuverip atardı kendini misafirhanedeki yatağına. Ulan, kala kala bir kendi kalmıştı şu garip Sakarya’da. Birden yapayalnız hissetti kendini. Arkadaşları yoktu, ailesi Bursa'da idi. Ne de özlemişti oraları.
Hayatını geçirdiği ve geçireceği yerdi. Memleketiydi. Hatta âşık olduğu şehirdi... Hüzünlenmişti. Yakışmazdı ama ona. Öyle derdi sevgilisi onun yüzüne bakınca.
“Çakmak çakmak olur aşkımın gözleri.
Yakışmaz ki ona hüznün gölgesi.
Güller açınca erkeğimin yüzünde,
Kalbim taşar bir ırmak gibi...”
Hemen toparlardı kendini o da, sureti melek olanın karşısında. Tutardı kızın ellerini daha sıkıca ve öperdi yüreğindeki tüm sevgiyi sunarak hayatının kadınına...
Gözlerinden akan yaşları silerek koştu banyoya. Sıcakta zaten çıplak olunca, atmak daha kolay oldu kendini duşun altına. Soğuk olunca da su, sakinleşti anında akıtarak hüznü dışarıya.
“Tik, Tak, Tik, Tak, Tik...”
O günkü cehennem sıcağında, akşamı da edivermişti Sakarya. Herkes kendi halinde, bir an önce atıvermek için kendilerini belki de serin evlerine, koşturuyorlardı sokaklarda. Geçiriverince en incesinden birkaç parça şeyi üzerine, internet için gitmeye hazırdı delikanlı, Sakaryalı kankasının net kahvesine... Üf ya! Sakarya harbi sıcaktı o gece... İnternet en ucuzundan konuşmaksa sevgilisiyle, gece de orada kalmak gerekecekti sohbetin en güzeliyle... Kankası da kalacaktı onunla her şekilde. Eee, yeminleri vardı, her yerde, her zaman birlikte, ölümde bile...
“Tik. Tak. Tik. Tak. Tik..
Saatler ilerledi Sakarya’da.
Hava sıcak, hava boğucu...
Tek bir nefes almak için bile yalvarmak gerekiyordu zalim dünyaya.
Mahpushanedeki bir mahkûm misali, yapışmıştı ahali sıcaktan parmaklıklar arkasına.
Dolaşan yüzlerce insan Çark’ın kaldırımlarında...
Bir robot misali hareketleri...
Herkesin yüzünde bir derinlik, bir kasavet ki sorma.
Az sonra öleceklermiş gibi.
Tik. Tak. Tik. Tak. Tik...”
Monitörün karşısında düşüvermişti kafası uyuklayınca. Kimse de kalmamıştı kahvede, kankası dışında. Bakınca karşısında duran saatin kadranına, anladı ne kalmıştı sabaha. Kalktı oturduğu koltuktan ayağa. İnceden bir sızı vardı içinde. O saate kadar konuşunca aşkıyla, bir özlem düşmüştü kalbinin tam ortasına. Saat de üç olunca artık, yatmanın zamanı gelmişti içerideki çekyata, çoktan sızan kankasının yanına. Sabah ola hayrola, sabah ola, ola, ola...
“Zamanın bir yerinde öfkeyle doluvermiş dünya.
O kadar severmiş ki insanları,
Atmış hep içine ne yaptılarsa ona...
Canı yanmış, ağlamış ama içine.
Kızmış ama içinde.
Çünkü o kadar sevgiliymiş ki Adem’in çocuklarına,
Ne kadar yanarsa yansın canı,
Ne kadar kırılırsa kırılsın o narin kalbi,
Yine de dururmuş sakince...
Zamanın bir yerinde öfkeyle doluvermiş dünya.
Şişirmiş kendini.
Anlatması gerekirmiş sevgililerine, anlamaları gerekirmiş.
Ne kadar yalnız,
Ne kadar kırgın ve ne kadar üzgün olduğunu.
Ve anlatmış zamanın bir yerinde...”
Derin bir uğultu çekti delikanlının dikkatini. Doğruldu yattığı yerde. Derinden bir sallantı başlayınca anladı ne olduğunu. Geçer diye düşündü ilk başta. Ama
geçmedi. Ne kadar zaman geçti anlamadı. Gümbürtüler, çatırtılar ve uğultu... Ayağa kalkmaya fırsatı olmadı delikanlının. Etraf kararmıştı. Hayatı da...
“Tik. Tak. Tik. Tak. Tik...
Dışarıdayım artık. Özgürüm, hafifim.....
Sanki bir tüyüm süzülen...
Tepedeyim, taa yukarılarda...
Bakıyorum aşağıdaki yıkıntılara.
Bakıyor benden bir sürüsü daha olanlara.
Yok artık zavallı Sakarya.
Annemi gördüm okulun yanında...
“Kuzumu verin bana, kuzumu verin bana...”
Gittim yanına. Sarıldım ona.
Öptüm yanaklarından doya doya.
Babam yıkıntının başında...
Üzerimde üç tane koca bina ve ben en altta...
Hayatımın baharında, bedenimle birlikte, hayallerimde kaldı o enkazın altında.
“Kuzumu verin bana, kuzumu verin bana...”
Kuzun yok artık ana...
Yok artık Sakarya...
Tik. Tak. Tik. Tak. Tik...
Oytun Çölok
תגובות